“SYNESTHESIA”
Bu tasarımın temel teorisi, kullanıcısına tıpkı insanın varoluşu gibi, karmaşık, devingen, canlı ve tamamen duyusal bir deneyim kazandırabilmek üzerinedir.
Nesnel birer varlık olan mekânlar, duyular aracılığı ile öznel bir biçim alır. Algısal eylemler ve göndermeler bir mekânda o an için var olmayan bir durumu gerçekleşiyormuşçasına hissedilebilir olmasını sağlayabilir. Çoğunlukla yapma eylemi üzerine kurgulanan mimarlık pratiği ise algı mekanizmasını göz ardı ettiğinde mekânların zihindeki yansımaları ve bireyin hafızasında kapladığı yer kaçınılmaz bir biçimde cılızlaşır.
Mekân gelip geçici bir boşluk olmaktan öteye geçemez ve anlamsal bütünlüğünü yitirir. Bir boşluğu tasarlama ve anlamlandırma eyleminin sonucu olarak karşımıza çıkan mekânlardan alınan uyarıların biçimleri, özellikleri kullanıcıların deneyimlerini doğrudan etkiler. Farklı yorumlamalara ve anlamlandırılmalara sebebiyet verir.
Bu çerçeveden bakıldığında mekânlar, bütün duyuların algıladığı nesneler yordamıyla sürekli değişmekte, farklılaşmakta ve de kavranabilmektedir.
“Algısal deneyimimiz geliştikçe, deneyimlenen mekânların daha fazla hissedilebilmesi ve hafızada yer etmesi kaçınılmaz olacaktır.”